Bilim dünyasında on yedinci yüzyıla kadar, Aristo’nun nesnelerin atalet hâlinde bulundukları tezinin kabul edildiği üzerinde durmuştuk. Doğal olarak canlılarda böyle bir atalet olmadığı açıktı; ancak dini yaklaşımları kullanmadan canlılara neyin canlılık verdiği de izah edilemiyordu. Batı’da Newton’un çalışmalarıyla, yıldızlar gibi gök cisimleri de dâhil olmak üzere her çeşit canlı veya cansız cismin hareketlerini düzenleyen fiziksel kanunların bulunmasına rağmen Elan Vital denilen dirimsel bir kuvvetin, canlılar dâhil her şeyin iç dinamiğini düzenlediği ve yaşamsal hareketi verdiği görüşü hâkimdi. Benzer bir anlayış Doğu’da da vardı ve Çin kültüründe tarihi M.Ö. 1600’lere dayanan Qi adı verilen ve rüzgâr benzeri niteliğiyle, canlılara dışarıdan sirayet eden bir kuvvet olduğu düşünülüyordu. Şintoizm de Kami, Budizm de Karma, Hinduizm de ise Atman adıyla bilinen içsel güçlerin veya evrensel ruhun sadece insanlar değil her canlıya ve doğa olaylarının da dâhil olduğu tüm hayata canlılığı verdiklerine inanılır; dolayısıyla dünyanın genelinde farklı isimlerle anılan metafizik dirimsel kuvvetlerin doğaüstü bir şekilde her şeyin içine akıp ve iç dinamiğini düzenlediğine inanılmıştır. Bilimsel olarak bu güçlerin hiçbirisinin varlığı ispatlanmamıştır. Bilimsel olarak evrende varlığı bilinen dört ana kuvvet; kütle, çekim, elektromanyetik, (güçlü ve zayıf) nükleer kuvvetlerdir. Bilinen bu kuvvetlere hareketi kimin verdiği, bilimsel olarak bilinmezliğini sürdürmektedir. Bilimsel cevabın eksikliğini felsefe ve dinler doldurmaya çalışırlar. Platon’un evrenin mimarı, evrenin sanatçısı anlamında kullandığı Demiurgos teriminden hareketle, Aristo bu kuvveti “Sebepsiz Sebep” adı ile felsefi olarak kavramsallaştırmış ve ilk hareketi evren dışı ve kendisi sabit bir güce atfetmiştir. Yerinden kımıldaması imkânsız görünen ve insana baktığı zaman huzur veren ulu bir dağ, kendisini oluşturan atomların sahip olduğu bir an bile durmayan bir hareketlilik içinde varlığını sürdürür. Gözümüzle sabit, hareketsiz olarak gördüğümüz her şeyin, kendi içinde sonsuz bir hareketliliğe sahip olduğu bilimsel bir gerçektir. Hareket maddeye içkindir.
Hareketin temelinde olan ve kimya biliminde periyodik tablo üzerinde gösterilen farklı elementlerin atomları, her türlü maddenin malzemesi, ham maddesidir. Tüm atomların fonksiyonel yapısı nötron ve protondan oluşan bir çekirdek ve çevresinde dönen elektronlardan oluşur. Bunlara Atom Altı Parçacıklar denir ve atom altı parçacıklar da Quark adı verilen daha temel parçacıklardan oluşurlar. Temel parçacıklar ve özellikleri büyük hadron çarpıştırıcısı denilen muazzam büyüklükteki aletlerle bulunmaya çalışılmaktadır. Problem, temel parçacıkların bilinen fizik kanunlarına göre hareket etmemeleridir. Kuantum fiziği, bilinen fizik kanunlarının dışında parçacık davranışlarını inceleyen bilim dalıdır. Temel parçacıklardan daha küçük ve onları oluşturan parçacıklar bulunamadığı için bu parçacıklar evrenin en temel yapı taşları olarak kabul edilirler. Her canlı hücrede DNA isimli kodun bulunmasına değinmiştik. Canlı hücreler yapısal olarak birbirleriyle aynı oldukları hâlde bu kod hücrenin ne olacağını belirler. İnsan vücudundaki kimi hücreler kalp organını kimi hücreler deriyi kimisi beyni vs. olmak üzere insan vücudunu bir taraftan çoğalarak ve çoğalırken organları inşâ ederek oluştururlar. İnsan vücudundaki hücreler, timsah kalbi veya kuşkanadı oluşturacak şekilde bir araya gelmezler. Temel parçacıklar da aynen hücrelere benzer şekilde kendi yaratılış özelliklerinin yazılı olduğu bir kaynağa, DNA benzeri bir dizilime sahip olabilirler. Kuantum fiziği de doğa kanunlarının bir parçası olmak zorundadır aksi hâlde evrenin tamamen keyfi; yani ön görülemez olarak işlemesi gerekirdi. Mesela; kaynatılan suyun bir an için +100 derecede, yarım saat sonrasında ise -20 derecede kaynaması gibi tutarsızlıklar olurdu. Bu açıdan yaptığımız varsayım makuldür. Temel parçacıkların kendi yaratılış özelliklerinin yanında hareket için referans alacakları kullanım talimatı benzeri bir Parçacık Kılavuzunun hepsinde bulunuyor olmasıyla, kendilerine gösterilen yolu buluyor ve yolda ilerliyor olabilirler. Tek bir insan veya tek bir canlının bile trilyonlarca hücresinde aynı DNA tekrar ettiğine göre daha alt seviyedeki temel parçacıklarda referans alınacak bir rehber olması mantıklı bir varsayımdır.
Önemli nokta, bu rehber veya kılavuzun başlangıç özelliklerinin yanında kullanım talimatı benzeri bir formatta olmasıdır çünkü ilgili Kuran ayetlerinde vurgulanan Yolu Gösterme kavramı (Taha 20/50, Allah Hayatı Niye Yarattı? Bölüm 3A, sf. 161) bunu gerektirir. Ayette geçen, yolu gösterme gidilecek yere elinden tutup götürmek değildir. Yolun gösterilmesi, kavramsal olarak harekete geçip yola koyulmayı gerektirir fakat bu ifade her zaman yolun sonuna varılması konusunda da bir netlik getirmez. İleriki kısımlarda daha detaylı inceleyeceğimiz gibi yolun gösterilmesi ifadesi kesinlik değil sadece bir pusula veya yol tarifinin verilmesidir. Yolun gösterilmesi kavramı daha çok Allah’ın kanunları ile alâkalıdır. Kanunlarla bir manada yol tarifi verilmiş olmasına rağmen yola çıkan bazı varlıklarla o yolun sonunu getiremeyebilir veya yoldan sapabilir veya farklı yollardan aynı yere varılabilir.