Yaşamın Yarışarak Evrilmesi

Charles Darwin 1859 yılında yayımladığı Türlerin Kökeni Hakkında isimli kitabıyla, canlı türlerin doğal seçilim yoluyla evrimleştiği teorisini ortaya koydu. Bu teori tüm dünyada Evrim Teorisi ismiyle bilinir. Evrim teorisi, canlıların kalıtsal özelliklerinin birbirini takip eden nesillerde değişime uğramasına dayanır. Evrim teorisi, bu kalıtsal değişikliklerin doğal seçilim (seleksiyon) yoluyla gerçekleştiğini söylemesiyle tanınır. Teori daha net ifadesiyle; bütün canlıların ortak bir atadan türemiş olmaları ve canlıların evrimleşerek çeşitlendikleri görüşüdür. Doğal seçilim, evrimleşmenin yöntemlerinden sadece birisi olmasına rağmen evrim teorisine çoğunlukla doğal seçilim teorisi olarak değinilir. Evrimleşmenin zaman içinde farklı nesillere ait bireyler üzerinden gerçekleştiği kabul edilir ki bu teorinin özüdür. Evrimleşmeyi sağlayan 4 temel kaynak tespit edilmiştir bunlar; doğal seçilim, genetik kayma (drift), mutasyon ve migrasyondur (genetik göç). Son ikisi; yani mutasyon ve migrasyonun çeşitliliği sağladığı ve bu çeşitliliği ilk iki kaynak olan doğal seçilim ve genetik kaymanın düzenlediği kabul edilir. Evrim teorisiyle ilgili önemli bir kavram da teleonomidir. Canlı organizmalarda bulunan her türlü organ, uzuv ya da işlevin evrimsel bir avantaj olması gerekliliğine teleonomi denir. Teleonomi amaca uygunluğa işaret eder. Evrimleşmeyle ortaya çıkan ve tutularak sonraki nesillere aktarılan özelliklerin, gerçekleştirdikleri fonksiyonel rollerine uygunluğu bu terimle ifade edilir.

Tekrar hatırlatmamız ve üzerinde ısrarla durmamız gereken konu, evrim teorisinin yaşamın nasıl başladığı hakkında olmamasıdır. Yukarıda verdiğimiz özet bilgide dolaylı yoldan bile olsa canlılığın nasıl başladığı hakkında kelime dahi yoktur. Evrim teorisi, yaşam bir kez başladıktan sonra canlılarda çeşitliliğinin nasıl sağlandığı ve nasıl düzenlendiği üzerinedir. Buna rağmen hayatın başlangıcına dair öne sürülen her türlü teori, başka bilimsel açıklama bulunamadığı için evrimleşmeye bağlanmaya çalışılır. Evrim teorisi canlılar hakkındadır, canlılara neyin can verdiği teorinin kapsamı dışındadır.

Tek tanrılı dinlerin evrim teorisine karşı oldukları, her kesimde tartışmasız kabul gören bir düşüncedir. İslam dini özelinde bu düşünce hatta daha doğrusu ön kabul, çoğunluk tarafından benimsenmiş olsa da evrim teorisiyle uyumlu görüşleri olan pek çok önemli İslam âlimi vardır. (Evrimci İslam âlimlerinin görüşleri için, Allah Hayatı Niye yaratıı?, Bölüm 3B, sf.168-169-170) Kur’an’da hayat ve insanın yaratılışının çok detaylı ve pek çok ayetle farklı açılardan anlatılması, onlarca İslam âliminin bu konuya eğilmesini beraberinde getirmiştir.

Kur’an’da, Âdem’in tek bir ol emri ile cennette yaratılması, eşiyle birlikte insanlığın atası olması, cennetten kovulması gibi konular oldukça detaylı anlatılmıştır. Böyle olmasına rağmen insan için ayrı bir yaratılış yolu da ilgili hiçbir ayette Hz.Âdem’in ismi geçmeden ve insanın arz’dan; yani dünyadan yaratıldığı bildirilerek neredeyse en ince ayrıntısına kadar verilmiştir. Bu arada şunu da söylemeliyiz ki evrimleşmeyle ilgili görüşlerine yer verdiğimiz hiçbir İslam âlimi, evrimleşmeyi canlılığın kaynağı olarak görmemiştir. Günümüzdeyse başını birçok evrimsel biyoloğun çektiği Materyalistler, (Darwinci ve Tabiatçılar) canlılığın başlangıcını izah için “Tesadüf Olması” dışında bir argüman geliştiremedikleri hâlde evrim teorisinin canlılığın kaynağı olduğu iddiasını en şiddetli şekilde savunmaya devam etmektedirler. Aradaki bu büyük farktan dolayı, değinmiş olduğumuz İslam âlimleri Darwinci veya Tabiatçı olarak değil en uygun adlandırmayla “Teist Evrimci” olarak nitelenebilirler.

Evrim teorisinde, genlerdeki kopyalama sürecindeki yanlışlıklar olan mutasyonlar ve rastlantıya bağlı kaymalar olan migrasyonların, canlılardaki çeşitliği düzenlemesinin tesadüfi olarak geliştiği kabul edilir; ancak bu durum bir avantaja dönüştüğüne göre bunları yanlışlık olarak nitelemek çok mantıklı değildir. Bir canlı bu yanlışlara dayalı olarak kendi orijinal hâlinden çok ufak farklılıkta bir kopya ortaya çıkardığı zaman eğer bu farklılık organizmanın bölünerek çoğalma veya üremesini engellemiyorsa, bu yeni canlı da çoğalmaya başlıyordu. Dünya üzerindeki kaynaklar her zaman kısıtlı olduğu için çeşitlenerek ortaya çıkan yeni canlı, kendinden önceki canlılarla rekabete giriyordu. Evrim teorisi, bu rekabette ayakta kalmanın doğal seçilimle gerçekleştiğini söyler. Bir taraftan teleonomi olarak adlandırılan evrimsel avantajlar hangi canlılarda daha üstünse onlar hayatta kalma yarışından galip çıkmışlardır demek ve diğer taraftan, teleonomiyi tesadüflere bağlamak tutarsızlıktır. Çeşitliliği sağlayan mutasyonların temelde, her biri ayrı bir form olan genlerin kendi potansiyellerinde olan işlevselliğe ulaşma çabasıyla ortaya çıkıyor olmaları, daha makul ve mantıklıdır.

Dünyadaki kısıtlı kaynaklar rekabeti gerektirdiği için hayatta kalma çabası, bir anlamda genlerin kendilerine gösterilen yolda hedefe ulaşmak için birbirleriyle yarışmasıdır. Yaşamın ortak bir doğa içerisinde ve her birisinin adeta bulunduğu ortama (kara, deniz, hava) ve iklime uygun olarak dizayn edilmiş gibi gözüken organlarla donatılmış olması varlık kanunlarına uygun bir rekabetin sonucudur. Kopyalama sürecinin mükemmel çalışmadığı varsayılarak, bazı farklı mutasyonların ve migrasyonların ortaya çıkması yanlışlık değil yaratılmış varlıkların dünyada şekillenerek, Allah’ın tasavvur ettiği forma ulaşma çabaları ve serbest bırakılan çeşitlilik sayesinde var olmalarıdır. Israrla üzerinde durmuş olduğumuz gibi yolu göstermek, elinden tutup varılacak yere götürmek değildir. Canlı çeşitliliğinin yolun gösterilmesiyle sağlanması Allah’ın doğa kanunlarından biridir. Allah formların (bedenlerin) dünyadan şekillenmesi sürecini, kendi varlık kanunlarına tabi olan doğa içinden “yarışı kazananlar”; yani doğaya uyum sağlayanların varlığına müdahale etmeyerek sağlamıştır. Kur’an’da, Hedefli Evrimleşme olarak isimlendireceğimiz bu oluş süreci, kritik birçok detayları verilerek anlatılmıştır.